Şu Dağcılık Dedikleri


“Ne anlıyorsunuz şu dağcılıktan?” Bir dağcının çevresinden, özellikle de annesinden en çok duyduğu soru budur herhalde. Henüz bir cümle kurmaya dahi fırsat kalmadan diğer sorular takip eder hemen endişeyle: “Soğukta, karda ne işiniz var?”, “Evladım insanlar ölüyor, deniz kıyısı varken dağa gitmenin alemi ne?”.

Dışarıdan bakıldığında bu soruların hepsi de anlamlıdır aslında. Gidip görmeden, tadına varmadan, sadece insanın kendi kendine yaptığı bir eziyet gibi de görülebilir dağcılık. Oysa dağ sevdalısı için hiç de öyle değildir durum. Dağların, dağlarda olmanın yaşattığı tarifsiz güzellikleri özümsediğinden, doğadan uzakta geçecek bir ömrü sürgün görür adeta. Şehirdeyken dağı özler, dağdayken kendinden geçer... Nasıl baba olmadan babalığın ne kadar güzel olduğunu anlamak çok zorsa; dağcı olmadan, dağlara gitmeden de bu tatları algılamak, anlamlandırmak imkansızdır neredeyse. Durum böyle olunca da bu soruları tatminkar bir şekilde cevaplamak işin en zor kısmı belki de...

Dağcılığın şüphesiz ilk akla gelen yanlarından biri, sizi doğayla buluşturan en temel sporlardan biri olmasıdır.  Doğanın insanoğluna sunduğu türlü zenginlikleri görebilmenizi, şehirden hayal dahi edemeyeceğiniz güzelliklere dokunabilmenizi sağlar dağcılık. Gündüz şelalesiyle, buzuluyla; kelebeğiyle, kuşuyla karşılar kimi zaman. Kimi zamansa sadece bembeyaz bir kütledir ruhunuzu dinlendiren... Hemen her gece şehir ışıklarının yokluğunu fırsat bilen milyonlarca yıldız bekler sizi dağlarda, dakika başı düşen meteorların yarattığı ışık şöleni de cabası. Bu görüntülerle beraber onları ölümsüzleştirme içgüdüsü doğar dağcıda ve fotoğraf tutkusu başlar. Elinde makinası o güzellikleri evine, arkadaşlarına, dostlarına taşır durur. Güzel kareleri yakalamaya çalışırken bir kat daha keyifli hale gelir dağcılık. Doğayı dinlemenin keyfi de yine dağda çıkarılır en çok. Kurdun, kuşun sesi, suların şırıltısı, rüzgarın haşin uğultusu, her bir kar tanesinin çadıra vuruşu...

Doğa sevgisini en güçlü haliyle insanın içine işleten de bir spordur dağcılık dolayısı ile. Kısa süreli de yapmış olsalar doğaya bakışları değişmiştir bir anda. Dünyanın sadece şehirden ibaret olmadığını, asıl güzelliklerin dışarıda ve insan tehlikesinden korunmaya muhtaç olduğunu görmüşlerdir. Ve bu güzelliklerin ileride de kendileri ve başkaları tarafından görülebilmesini isterler. Merak etmeyin, dışarıdan biraz garip de görünseler, dağcılar güzel insanlardır. Bırakın insanları incitmeyi, karıncayı incitmek istemez, doğanın o karıncayla güzel olduğunu bilirler.

Heyecan tutkusudur aynı zamanda dağcılık. Monoton bir hayata katılmış bir renktir. Uyur gezer gibi, farkına varılmaksızın akıp giden hayatta farklı birşey yapmaktır. Tırmanış sırasında yada fırtınada, damarlarında adrenalini hissedip yorgun değil güçlü olmaktır.
Dağda olmak sadece o günlerinizi güzelleştiren, mutlu kılan bir aktivite de değildir asla. Birkaç günlüğüne uzaklaştığınız veya mahrum kaldığınız birçok şeyin ne denli önemli ve kıymetli olduğunu da anlatır size aynı zamanda. Sıcak bir duşun, rahat bir yatağın, sıcacık bir sobanın değeri asıl dağda anlaşılır. Dağ, bayır, kar, yağmur, fırtına demeden kilometrelerce yürüdükten sonra şehirde yapılacak hiç birşey zor gelmez artık insana. Ne de olsa dakikalar sonra evde olacaksındır, duşun, yemeğin seni bekliyordur. Üşüsen de, ıslansan da, acıksan da, kısa süre sonra tüm ihtiyaçlarını karşılamak elindedir. Böyle bir rahatlık, mutluluk olabilir mi? Oysa dağda üşüsen de, ıslansan da, acıksan da yalnızsındır ve en fazla başını sokabileceğin naylondan bir çadırın ve uyku tulumun vardır. İşte bu şartlarda insan dağda hayatının en güzel makarnasını, çikolatasını yer, en güzel çayını, kahvesini içer sanki hayatta daha mutlu olabileceği bir an yokmuşcasına. O tatlara bir daha ancak yine dağda rastlanabilir.

Teknolojisiz hayatın tadını hatırlamak da dağcılığın başka bir boyutu. Artık adeta kulağımıza yapışan cep telefonundan, kucağımızdan düşmeyen bilgisayarımızdan, bir an olsun kopamadığımız yaşam kanalımız! İnternetten, bizi birçok kanaldan görüntü bombardımanına tutan televizyondan 2-3 günlüğüne uzaklaşmak dinlenmenin en önemli kısmını oluşturur dağlarda. İlk seferlerde hiç de kolay değildir elbette. İnsan sudan çıkmış balığa döner. Eli cep telefonuna gider, çekmediğini görünce hayal kırıklığına uğrar. Aklı maillerinde kalır, bilgisayarını kucağına alacağı anı düşler. Bu durum çok sürmez ama. Bir iki sefer sonra iple çekmeye başlar gidişleri, iletişim ağından kopuşları. Zihninin başka türlü dinlenemeyeceğinin varkına varır. Asıl özgürlüğün sınırsız iletişimde değil kendi kendine kalabilmekte olduğunu görür.

Şehirde hergün bizi kovalayan, peşimizi bırakmayan işlerimizden, sonu gelmez dertlerimizden de kısa süreli bir mola istemektir dağa gitmek. Hayatın içindeyken bir dakika bile bekletmek istemeyeceğimiz problemlerimizi unutmak, hayatta en kıymetli şey, “insanın ta kendisidir” diyebilmektir. Etrafımızı saran sosyal çevremizden de uzaklaşmaktır birkaç günlüğüne. Her ne kadar insan hayatını güzelleştiren önemli bir boyut da olsa çevremiz, dinlenmeye de ihtiyacı vardır vücüdumuzun ara ara kendi içine bakarak. Böyle zamanlar için de dağlardan daha uygun bir yer bulunamaz elbette. Başka bir tarifle dağcılık kent yaşamının aksine doyasıya yalnızlığı yaşamak ve bunun keyfini sürmektir.  

Dağda olmanın, doğada olmanın kazanımlarından biri de kendine güvendir. Keyifli yanları kadar sık sık problemlerin üstesinden gelme, zorlu koşullarda hayatta kalmaya çalışmayı da barındırır özünde. İşte böyle zorlu koşulların keyifle üstesinden gelmek, şehirde nadiren yaşayacağınız türden problemleri çözmek ve hayatta kalmayı başarmak şüphesiz hayatının her alanında kendine güven olarak ortaya çıkar, kişiyi hayata karşı daha güçlü kılar. Bunların ötesinde kişi kimse gibi davranmak zorunda değildir dağda. Tamamen kendi gibi davranıp, kendini biraz daha tanıyarak döner şehir hayatına. Aynı zamanda egolarımızdan kurtulmamızın da yolunu açar dağlar. Sonsuz bir evrende nokta bile olmadığımızı hatırlatır bize her gidişimizde. Sadece tüm ihtişamlarıyla bizi karşılamalarıyla değil; önüne geçilmez, dinmek bilmez fırtınalarıyla, önünde durulmaz çığlarıyla, yüzlerce metrelik, yerinden oynamaz sarp kayalıklarıyla doğa ananın sınırsız gücünü gözlerimizin önüne sererek yapar bunu. Sonra evrenin genişliğini anlatır bize milyonlarca yıldızı göstererek. Değil dağların, dünyaların bile önemsizliğini hissettirir adeta, elbette kendini arzın merkezi sanan insanoğlunun hiçliğini en çok da.

Her arkadaşlığın ayrı bir tadı olduğu gibi çadır arkadaşlığının, ip arkadaşlığının da anlamı bir başkadır dağcı için. Nasıl asker arkadaşları kader birliği yapıp zor koşulları beraber göğüslüyor, sevinçleri ta içten beraber yaşıyorlar ve kopmaz bağlarla bağlanıyorlarsa, çadır arkadaşları da birbirlerine yeri gelip hayatlarını teslim ettiklerinden midir, karda fırtınada birbirlerinin tek dayanakları olduklarından mıdır, yoksa doğanın tüm güzellikleriyle onları kucaklayıp yaşam sevgisiyle doldurmasından mıdır bilinmez özenilecek güzellikte dostluklar kurarlar. Gece gündüz aynı ipte tırmanırken, zirvede kucaklaşırken, uyumadan önce en güzel sohbetlere dalarken hep can yoldaşlarıdır bir anlamda orda olmayı keyifli yapan. En güzel sohbetler demişken değinmemek olmaz, akşam olup da hava karardı mı, önce akşam yemeği yenir, sonra çay eşliğinde sohbetlere girişilir. Rahatsız edebilecek hiç birşey yoktur orada o an. Ne zil çalabilir, ne biri gelebilir, ne bir huzursuzluk çıkabilir etrafta. Hele hava da güzelse, yıldızların altında, zifiri karanlıkta, sohbetlerin tadına doyum olmaz dağlarda...

Bütün bu güzelliklerin yanında elbette bir de zirveden ufka bakmanın, bulutların üzerinde olmanın öyle bir tadı vardır ki anlatılmaz, ancak yaşanır...

Zor yanları da vardır elbette bu sporun. Gitmeden önce çanta hazırlamak sıkıcı bir iştir mesela. Hiçbir şeyi unutmadan tam takım yanınıza almak zorundasınızdır ve bunların tümü 70-80 litre bir çantaya sığacaktır. Sonra bu çantayı taşımanız gerekir elbette. Kimi zaman kamp alanına kadar kilometrelerce, kimi zamansa ta zirveye kadar gider tüm yükünüz sizinle. Bir de dönüş yolu vardır tabii ki... Bir indiniz mi dağdan biran önce evinizde olmak istersiniz o yorgunlukla. Ama otobüs yolculuğu uzadıkça uzar, ağırlık çöktükçe çöker. Yine de bu bedeni yorgunluğun kazandığınız dinginliğin yanında hiçbir önemi yoktur kesinlikle. Depoladığınız temiz havayla, moralle, şehirdeki hayatınıza daha da güçlü bir şekilde devam edersiniz kaldığınız yerden...

Dağ dağ olduğu için sevilir.

Zirvede olmak değil dağda olmak özlenir.


Giray Kömürcü
Mayıs 2010-İstanbul

 

w w w . g i r a y k o m u r c u . n e t

Bu sitede yer alan materyallerin tüm hakları Giray Kömürcü'ye aittir. İzinsiz kullanılamaz.