BİR BAŞKA DÜNYA

Tanzanya... Klimanjaro... Ngorongoro... Zanzibar...

 

Afrika bambaşka bir kıta. Bulunduğunuz her an bunu size hissettiriyor. Avrupa'da her gün birbirinin aynısıyken, her şehir birbirine benzerken, Afrika ise sürprizlerle dolu. İnsanları sıcacık. Ne derseniz gayet rahat "Hakuna Matata" (Sıkıntı yok) cevabıyla sizi de kendi tasasız dünyalarına götürüyorlar.

 

0.Gün 10.02.2012 - Karlı bir İstanbul sabahından Tanzanya'da sıcak bir yaz gününe hareket


Tanzanya gezimiz 10 şubatta THY'nin 18:10 Dar Es Selaam seferi ile başladı. Hem 15 gün kalacak olmamız hem de Klimanjaro tırmanışının yanında safari ve deniz tatili yapacak olmamızdan dolayı 30 kiloya yakın yükle havalanına ulaştık ve yedi buçuk saatlik uçuş sonunda 02:45'te başkent Dar Es Selaam'a indik.  


1. Gün 11.02.2012 - Dar Es Selaam'dan Moshi'ye bir baştan bir başa Tanzanya


50 dolar karşılığında vizelerimizi aldıktan sonra bavullarımızı da toparlayıp bizi karşılayan rehberimizle buluştuk. Rehberimiz 40 yaşında, Klimanjaroya sayısız kez tırmanmış bir Tanzanyalı. Eşyalarımızı minibüsümüze yükledikten sonra görece küçük Dar Es Selaam havaalanından ayrılıp Afrikadaki ilk yolculuğumuza başladık. Bu ilk yolculuk yaklaşık yarım saat sürecek ve şehir merkezinde, sabaha kadar 3-4 saat duracağımız otelimizde bitecek. Gecenin bir vakti tenha, ancak yer yer banklarda uyuyan evsizlerin göze çarptığı Dar Es Selaam sokaklarını geçip saat 4 sularında otelimize vardık. Otelimiz Türkiyede bildiğimiz standartların çok altında. Son derece izbe bir yerde ve çok bakımsız. Odamızda sadece yatak, komidin ve kapısı doğru düzgün kapanmayan bir tuvaletimiz var. Hem saatlerdir yolda olmanın verdiği yorgunluk hem de ertesi gün yine uzun bir yolculuk bizi beklediğinden dinlenmemiz gerektiği düşüncesiyle hemen kıyafetlerimizle yatağa uzandık. Ancak öncesinde bol bol sinek kovarı vücudumuza sıkmayı ihmal etmiyoruz. Son derece sıcak bir gecede ter içinde kalaraktan sabah 7'yi ediyoruz. Hızlı bir kahvaltı ve eşyaların tekrar minibüsümüze yüklenmesi tamamlandığında bu sefer sabah hareketliliğinin başladığı, insanların işlerine varmaya çalıştıkları şehir sokaklarından geçerek otogara varıyoruz. Tanzanyada ulaşım araçları genel olarak eski ve çok büyük oranda Japon malı. Kabaca her 2 arabadan 1'inin Toyota ve diğer arabaların da önemli miktarı Mitsubishi yada Nissan. Az sayıda Avrupa arabası da var elbette. Otogarda bir döviz bürosuna gidip bir miktar dolar bozdurup Tanzanya Şilini aldıktan sonra bizi Klimanjaro eteklerine kurulu olan Moshi'ye götürecek olan otobüsümüzün saatini beklemeye başlıyoruz. Bu sürede başımıza enteresan bir olay geliyor. Elimizde fotoğraf makineleriyle fotoğraf çektiğimizi gören bir Tanzanyalı yanımıza yaklaşarak otobüsünün fotoğrafını çektiğimiz gerekçesiyle ısrarla para istiyor. Rehberimizle uzun süre tartıştıktan sonra ancak yanımızdan uzaklaşıyor. Su içerek ve Türkiyeden getirdiğimiz abur cuburları yiyerek bir süre bekledikten sonra 7-8 saat kadar sürecek yolculuğumuza eski ve tıklım tıklım dolu bir otobüste başladık. Çoğunluğu yerli halktan insanların bulunduğu otobüsümüzde kalablık tek turist grubu biziz. Tanzanya'nın doğusundan başlayıp kuzey batısına kadar sürecek bu yolculuk, oldukça yeşil bir coğrafi yapıda başlayıp görece daha çorak olan Moshi'de bitiyor. Yol boyu çoğunluğu tek katlı ve az sayıda evden oluşan Tanzanya köylerini gözlemleme fırsatımız oluyor. İlk göze çarpan, köy ne kadar küçük de olsa Vodafone ve Coca-Cola reklamlarının yer alması oluyor. İnsanları genelde sağda solda otururken görüyoruz. Dikkatimizi çeken bir başka nokta ise 440 km'lik yol boyunca 1-2 çok küçük ölçekli tesis dışında hiç sanayi kuruluşu görmemiş oluşumuz.


1


Otobüsümüzün geçtiği yollar genelde tek gidiş tek geliş ve kısmen virajlı olduğunan çok hızlı olmayan bir tempoda devam eden yolculuğun 3. saatinde tuvalet molası verdiğimiz duyuruluyor. İndiğimiz yerde kadınların yöneldiği ufak bir baraka göze çarpıyor sadece. Erkeklerse 5-10 metre ilerleyip yola sırtını vererek işini hallediyor.  Klimasız, ancak açık camlardan esen püfür püfür rüzgar eşliğinde devam eden yolculuğumuz bir süre sonra yemek molası ile bölünüyor. Mola verdiğimiz yer çok bakımlı olmasa da ihtiyaçlarımızı karşılayabilecek durumda. Burada közde pişirilen dana eti ve patates gözümüze tanıdık gelenler. İlk günün verdiği acemilikle etlerin sağlıklılığından endişe edip sadece patatesle geçiştiriyoruz öğle yemeğini. 1 saat kadar sonra tekrar otobüsümüze binip artık biran önce varmak isteyerek devam ediyoruz yolculuğumuza kaldığımız yerden. Akşam olurken önce Mwenzi sonraysa Klimanjaro'nun efsanevi silüetleri beliriyor karşımızda. Afrikanın bu en yüksek ve en büyük kaya kütlesine hayran olmamak elde değil. Kısa bir süre sonra ufak bir kasaba olan Moshi'ye giriyoruz ve otobüs yolculuğumuz burada son buluyor. Bizi karşılayan tur şirketi sahibi ve yanındaki çalışanlarıyla beraber eşyalarımızı arabalara yükleyerek otelimiz Buffalo inn'e varıyoruz. Moshi, Klimanjaro'ya tırmanmaya gelen çok sayıda turistin ağırlandığı bir kasaba olduğu için otelimiz de görece olarak daha bakımlı ve ihtiyaçlarımıza cevap verir düzeyde. Akşam yemeğimizi otelimizin tam karşısındaki restoranda yemek üzere sözleşip odalarımıza çıkıyoruz. Bu arada cep telefonlarımızı ve fotoğraf makinalarımızın pillerini şarj etmek üzere dönüştürücü almak için şehirde kısa bir yürüyüş de yapıyoruz. Yemek için gittiğimiz restoranda yediğimiz biftekler son derece lezzetli. Ertesi gün tırmanışımız başlıyor, heyecan artık bu değişik ve güzel coğrafyada iyiden iyiye arttı. Güzel bir tırmanışın ardından 5 gün sonra yine mutlu bir şekilde otelimize dönmeyi umarak odalarımıza çekiliyoruz. Yatmadan önce dağda ihtiyacımız olmayacak eşyaları ayırıp hazırlıyoruz sabah otele teslim etmek üzere. Dar Es Selaam'daki 3 saatlik uykumuzu saymazsak 48 saattir ilk defa güzel bir uyku uyuma fırsatımız var. Istanbulda karlı bir günde başlayıp binlerce kilometre ötede üstelik Güney Yarımkürede devam eden, bu upuzun iki günün ardından yine klimasız ve sıcak odamızda uykuya dalıyoruz. Üstelik bundan sonraki 5 gecenin de dağda, çadırın içinde geçeceğini düşünürsek bu uyku daha da değerli hale geliyor. Bu günü bitirirken ilginç başka bir noktayı da belirtmem gerekiyor. Tanzanya'da yakın zamana kadar sıtma ve sarı humma hastalığı görüldüğünden tüm yataklarda cibinlik bulunuyor. Gerçi biz sarı humma aşısı olduk ama sıtmaya karşı da tedbiri elden bırakmıyoruz. Neyseki dağda sinek yaşamadığından bu günlerde rahat olacağız.

2.Gün 12.02.2012 - Yağmur ormanları

Sabah 7:30 gibi kalkıp eşyalarımızı aşağıya taşıyarak güne başlıyoruz. Sonrasında otelin zayıf kahvaltısından bişeyler atıştırıp Türkiyeden getirdiğim böreklerden devam ediyoruz. Tanzanya'da kahvaltı kültürü bize göre çok zayıf da olsa tropik meyvelerin bolluğu ve tadı arayı biraz olsun kapatıyor diyebiliriz. Otelin bahçesi giderek daha da kalabalıklaşıyor. Bizim dışımızda başta Japonlar, Çinliler ve Avrupalılar olmak üzere birçok milletten turist ya tırmanışa hazırlanıyor yada tırmanışını bitirmiş yorgunluk atıyor otelde. Saat 10 sularında bizi tırmanışa başlayacağımız Machame kapısına götürecek minimüsümüz geliyor. Çantalarımız taşıyıcılar tarafından minibüsün üstüne yerleştirilip bağlanıyor ve yakındaki turizm acentemize doğru yola çıkıyoruz. Burada Tanzanyalılarca bir tür uğur sayılan bilekliklerimizi takıp tırmanış boyunca yiyeceğimiz yemeklerin, kullancağımız çadırların ve gerekli birçok malzemenin minibüslere yüklenişini izliyoruz. Aynı zamanda Dar Es Selaam'dan buraya kadar bize eşlik eden rehberimizle vedalaşıp dağ rehberlerimiz ve taşıyıcılarımızla tanışıyoruz. 6 gün boyunca dağda kalacağımız için ciddi bir lojistiğe ihtiyacımız var. Bu lojistik te firmamız tarafından organize edilip karşılacanak. Bu nedenle her birimize 3 adet de taşıyıcı düşüyor dağda. Bizim işimiz sadece günlük eşyalarımızı ufak sırt çantalarımızda taşıyıp yürümek olacak dolayısıyla. Yemek yapmaktan tutun da çadırların kurulmasına ve diğer şahsi eşyalarımızın taşınmasına kadar her şey Tanzanyalı "sherpa"larımızın üzerinde. Tüm malzemelerin hazırlanmasıyla tekrar yola koyuluyoruz. Henüz şehir içinden çıkamadan, turistlere şapka satmaya çalışan bir adama rastlayıp güneşten koruması amacıyla birer şapka ediniyoruz başarılı bir pazarlık sonucunda. Machame kapısına ulaşana kadar bir markete de uğruyoruz ve kişisel yiyeceklerimize biraz daha bişeyler ekliyoruz. Yolun devamında özellikle muz ağaçlarının arasından ilerleyip yemyeşil bir araziyi geçerek dağa doğru yaklaşıyoruz. Otel çıkışımızdan itibbaren toplamda 2-3 saat kadar süren bu yolun sonunda Klimanjaro milli parkına giriş yapacağımız yere ulaşıyoruz. Machame kapısı 1828  metre yüksekliğinde yağmur ormanının içinde yer alan Klimanjaro milli parkına Tanzanya tarafından girmek için kullanılan 2 kapıdan biri. Burada bizi mahşeri bir kalabalık bekliyor. Yüzlerce tırmanıcı ve bu tırmanıcıların taşıyıcıları tüm alanı doldurmuş durumda. Bir yandan minibüslerdeki malzemeler indirilip taşıyıcılara yükleniyor, bir yandan milli park kayıtları yapılıyor. Biz de bir süre bekleyip kaydımızı yaptırıyoruz ve öğle yemeği olarak dağıtılan tavuk, ekmek ve donut'tan oluşan menümüzü yiyoruz.  Bu sıralarda Sönmez Erkaya'nın liderliklerini yaptığı diğer Türk grubuyla da karşılaşıp sohbet etme imkanımız oluyor. Onlar da bizimle aynı günde bizimle aynı rotada olacaklar. Daha buradan farkettiğimiz üzere dağda tam bir düzen hakim. Girişler, çıkışlar son derece kontrollü, hangi rotalarda kaç gün kalınacağı, dönüşlerin hangi rotalardan yapılacağı belirlenmiş durumda. Bu düzen dahilinde Machame kapısı sadece dağa giderken kullanılıyor.



Yaklaşık 2 saat kadar burada oyalandıktan sonra tüm hazırlıklar tamamlanıyor ve çantalarımızı sırtlanarak rehberimiz James'i takiben yürüyüşümüze başlıyoruz. Bu günkü yürüyüş rotamız tamamen yağmur ormanının içinden giderek bizi yine orman içindeki Machame Hut denilan kamp alanımıza ulaştıracak. Şans eseri yol boyunca havamız hafif sıcak olmakla beraber güzel ve güneşli. Yer yer hafif, yer yerse daha eğimli bir parkurda, devasa ağaçların altında keyifli bir şekilde yürüyoruz. Yol boyunca bizim ve diğer grupların yüklerini taşıyan yerliler bize pole-pole diyerek yanımızdan hızla geçerek kampa doğru yol alıyorlar. Tanzanyada geçirdiğimiz 15 gün boyunca en çok duyduğumuz 2 söz öbeğinden biri yavaş yavaş anlamına gelen pole-pole. 6000 metreye yaklaşan yüksekliğiyle yüksek irtifaya giren Klimanjaro tırmanışının aslında anahtar sözcüğü pole-pole. Vücudun yüksek irtifaya uyum sağlayabilmesi için gerçekten yavaş yavaş yükselmek işin özü çünkü. Taşıyıcılar dışında sık sık bizim gibi tırmanışçılarla da karşılaşıyoruz yol boyunca. Hemen herkeste aynı heyecan, yağmur ormanlarının büyülü dünyasında Kara Kıtanın zirvesine yapılan tırmanışın heyecanı...
Akşam hava kararmak üzereyken varıyoruz Machame kampına. Kampa girer girmez yine önce kayıt alanına gidip isimlerimizi ve acentemizi bildiriyoruz görevliye. Artık 3020 metredeyiz. Yavaş yavaş artan yükseklikle birlikte ağaçların boylarındaki azalmaya tanıklık ettik. Bu yükseklikte artık ufak sayılabilecek ağaçlarla kaplı ortam. Ağaçların arasındaki boşuluklarda da yüzlerce tırmanıcı ve taşıyıcıyı ağırlayan çadırlar yer almakta. Her iki tırmanıcıya 1 çadır düşüyor burada. Bir de yemeklerin yendiği, sohbetlerin edildiği büyük çadırımız var 10-12 kişinin rahatlıkla masanın etrafında oturabildiği. Dağdaki ilk akşam yemeğimiz bizi oldukça şaşırtıyor. Bu koşullarda dahi menümüzda çok lezzetli çorbamız, damak tadımıza uygun et yemeğimiz, makarnamız ve bol tropik meyve... Yemeğin hemen ardından çay ve nescafe ile ısıtıyoruz içimizi. Yıldızların altında biraz da fotoğraf çektikten sonra yarınki yürüyüş için dinlenmek üzere çadırlarımıza çekiliyoruz.




3.Gün 13.02.2012 - Machame'den Shira'ya


Sabah bulutlardan sıyrılan Klimanjaro'nun görüntüsü karşılıyor bizi. Devase buzulları parlıyor sabahın ilk ışıklarıyla. Halen çok uzakta ve ulaşılmaz gibi görünüyor ama. Çadırdaki eşyalarımızı topladıktan sonra kahvaltımız da bizi hayal kırıklığına uğratmıyor. Karnımızı gayet güzel doyurup çaylarımızı içiyoruz ve grubun toparlanmasıyla 3800 metredeki Shira Kampına doğru 6-7 saat sürecek yürüyüşümüze başlıyoruz. Bizim ardımızdan taşıyıcılarımız da kampı toplayıp hızla Shira'ya gidecekler hatta biz gittiğimizde tüm çadırları kurmuş, yemeğimizi dahi hazırlamış olacaklar, inanılır gibi değil... Yürüyüşümüzün ilk birkaç saati halen orman içinden devam ediyor ama artık ağaçlar yerini maki benzeri çalılıklara bırakmak üzere... Bugün kısa süreli de olsa yağmura yakalanıyoruz. Neyseki hazırlıklıyız, hemen pançolarımızı giyip, yağmur ormanında yağmurla tanışmanın keyfini sürüyoruz. Zaten çok geçmeden yağmur da duruyor, kapalı ve hafif puslu bir havada yükselmeye devam ediyoruz.
Shira Kamp'a öğleden sonra varıyoruz. Vardığımızda çadırlarımız kurulmuş, çay kahve hazırlanmış hatta keyifli bir sohbet için mısır bile patlatılmış. Henüz akşam yemeği vakti olmadığı için çaylarımızı yudumlayıp etrafta bol bol fotoğraf çekiyoruz. Shira Kamp'ta da yine yüzlerce çadırda belki binlerle ifade edilebilecek sayıda insan var. Ancak alan geniş olduğu ve bizim kampımız da ana alanın biraz dışında olduğu için kalabalık rahatsız etmiyor. İlk kez burada aşçımızın ve yardımcılarının yemek yapmalarına şahit oluyoruz. 4-5 kişilik mutfak ekibinin tek görevi 12 kişilik grubumuzun ve 25-30 kişilik yerel ekibimizin yiyecek içecek ihtiyacını karşılamak. Tüm bu kalabalığa yetecek kadar yemeğin ufacık bir çadırda hazırlandığına inanmak gerçekten çok güç. Tanzanya'da farkettiğimiz insanların son derece aheste aheste hareket edip hemen hiçbirşey yapmadan günlerini geçirmeleri Klimanjaro'da tam aksi bir hal alıyor. Burada rehberlerimiz de taşıyıcılarımız da, aşçılarımız da çok zor şartlar altında bizim zirveye varabilmemiz için her türlü konforu sağlayıp desteklerini her adımımızda hissettiriyorlar. Hele hele bizim oflaya puflaya yürüdüğümüz yolları kafalarının üzerinde taşıdıkları mutfak tüpünden tutunda çadırlara ve bizim çantalarımıza kadar ağır yüklerle koşarcasına yürümeleri takdire şayan. Onlar olmadan böyle bir ekspedisyonun gerçekleştirilmesi imkansız olurdu.



Shira Kamp'ta muhteşem bir gün batımı manzarasının keyfini çıkarıp bol bol fotoğraf çektikten sonra akşam yemeğimizi de yiyip çaylarımızı içtikten sonra ertesi günkü zorlu, yüksek irtifaya uyum tırmanışımıza kadar dinlenmek üzere çadırlarımıza çekiliyoruz.



4.Gün 14.02.2012 - Lava Tower


İlk defa yüksek irtifa etkilerini hissedeceğimiz bugün daha İstanbul'dayken bile beni en çok strese sokan gündü. Hedefimiz 4600 metredeki Lava Tower'a kadar çıkıp yine 3800 metredeki Baranco kampına inmek. Bu sayede azalan oksijene vücudumuzu biraz alıştırmış ve zirve günü yaşayacağımız yüksek irtifa etkilerini azaltmış olacağız. Bu tarz tırmanışlarda yükseğe uyum tırmanışları olmazsa olmaz.
Güne erken saatlerde, henüz daha gün doğmadan uyanıyoruz. Önce gün doğumunu izleyip peşinden yemek çadırımızda kahvaltılarımızı ediyoruz. Uzun bir yolun bizi beklediği bu günde Klimanjaro'nun eteklerinde dolaşacağız. Hazırlıkların tamamlanmasıyla yine yürüyüşümüze başlıyoruz. Arazi yapısı artık irili ufaklı kayaların yer aldığı gri renkli bir toprağa dönüyor yavaş yavaş. Bitki örtüsü de yükseklik arttıkça ortadan kalkıyor. Asıl değişiklikse giderek azalan oksijenin etkisiyle hızlanan nefeslerimiz. Yavaş yavaş da ilerlesek alışık olmadığımız bu ortamda vücudumuz tepki vermeye başlıyor. 4600 metredeki Lava Tower'a yaklaştıkça hemen hepimizde başağrısı ortaya çıkıyor. Bazı arkadaşlarda ise başağrısına mide bulantısı eşlik etmekte. Lava Tower dağ üzerinde ayrıca yükselen bir kaya bloğu. Biz bu kaya bloğunun dibine kadar gidip yolumuza devam edeceğiz. Bazı dağcılar ise gelmişken tabanından 100 metre yüksekliğindeki bu kaya bloğuna da tırmanmayı ihmal etmiyorlar. Biz ise bu noktada bir mola verip etkileri azaltmak için bol su içmeye çalışarak zaman geçiriyoruz.
Buradaki molamızın tamamlanmasının ardından Baranco kampına doğru inişe geçiyoruz. Alçaldıkça yüksek irtifa semptomları ortadan kalksa da uzun yürüyüşlerin yorgunluğu giderek artıyor. 3 saat kadar yürüdükten sonra sisler içindeki Baranco kampına varıyoruz. Buranın en göze çarpan yanı Klimanjaroya özgü, büyük kaktüslere benzer bitkilerin dört bir yanda yeralması. Sisin, bu garip bitkilerin ve batan güneşin de etkisiyle son derece esrarlı bir şekilde görünüyor Baranco kampı gözüme. Burada da yine hep beraber yemeğimizi yiyip, çay kahve eşliğinde sohbetlere dalıyoruz. Ne de olsa yarın gece zirve yolunda olacağız. Artık zirve öncesi son gece uykumuz burada. Yalnız muhtemelen Shira Kamptaki sulardan kaynaklanan ishal kimimizi az kimimiziyse daha çok etkileyip güçsüz düşüyor. Aslında tüm suyumuzu kapalı pet şişe halinde aşağıdan satın alıp fazladan tutacağımız taşıyıcılarla yukarı da götürebilirdik. Ancak sorun olmayacağını düşünerek bu yolu seçmememizin bu tırmanışta yaptığımız en büyük hata olduğunu söyleyebilirim.


5.Gün 15.02.2012 - Barafu Kamp'a Doğru


Ertesi gün Branco kampta zirve gününün heyecanına uyanıyoruz. Tanzanya gezimizin en zor etabı hiç kuşkusuz bugün bizi bekliyor. Önce uzun ve inişli çıkışlı bir yürüyüşten sonra Karanga kampına varacağız. Burada öğle yemeği yedikten sonra 4600 metredeki Barafu Kampa kadar yükseleceğiz birkaç saatlik dinlenmenin ardındansa gece boyunca sürecek zirve tırlanışına başlayacağız. Baranco kampından çıkış bu rotadan Klimanjaro tırmanışının en teknik etabı sayılabilir. İnce bir patikada, kayalarla sık sık haşırneşir olarak tırmanıyoruz. En zoru ise çok kalabalık olan rotada kilit noktalarda yığılmalar olması. Bu nedenle oldukça yavaş ilerleyebiliyoruz.
Yükseldikçe sağımızda kalan Baranco kampının etkileyici görüntüsü ortaya çıkıyor. gece boyunca yüzlerce tırmanıcı, taşıyıcı ve rehbere ev sahipliği yapan bu kamp da birazdan komple toplanacak ve Barafu kampa doğru yola çıkacak. Boşalan yerlere ise çok geçmeden bu sefer Shira kapmptan gelen çadırlar kurulacak ve sonraki günün tırmanıcıları akşam üzeri yine bu kampı doldurmaya başlayacak. yılın hemen hemen 10 ayı adeta bir kovalamaca gibi geçip gidecek buralarda. Ama en güzel yanı bu kalabalığa rağmen ortada hemen hiç çöp bulunmaması ve doğanın gayet iyi bir şekilde korunuyor olması. Bu korunmada yerel rehberlerimizin bilinçliliği çok etkili. Öyle ki boş bulunup nasıl olsa organik diye bıraktığımız meyve kabuklarını dahi topladıklarına ve bizi uyardıklarına şahit oluyoruz. Tüm çöpler en kıymetli malzemeler gibi dikkatle toplanıp son gün şehre kadar indiriliyor ve milli park bu sayede temizliğini koruyor.



Kaya etabını geçtikten sonra ay yüzeyini hatırlatan, ara ara bastıran sisin de etkisiyle oluşan esrarlı bir ortamda yürüyüşümüzü sürdürüyoruz. Bu yürüyüşte moralimizi en çok bozansa Karanga kamp öncesi bir vadi tabanına inip sonrasında dik bir yamaç çıkacak olmamız. Öğle saatlerinde yorulmuş bir şekilde Karanga kampına varıyoruz. Oysa en az 24 saat daha iyi bir performans göstermeliyiz ki Afrikanın bu en yüksek zirvesine ulaşabilelim. Grupta da stres artımış durumda, herkes biran önce Barafu'ya varıp biraz dinlenmek istiyor. Ancak bu o kadar da kolay değil. Halen yürümemiz gereken çok yolumuz ve kazanmamız gereken ciddi bir irtifa bizi bekliyor. Nitekim şu ana kadar yaptığımız en zor yürüyüşü yapıyoruz Barafu kampına kadar. 4000 metrenin üzerinde olmamızın etkisiyle son derece yavaş adımlarla ve bitkin bir halde varıyoruz bu efsane kampa. Her ne kadar o sırada gözümüz çadırda dinlenmekten başka birşey görmese de çektiğimiz fotoğraflardan bu kampın ne kadar güzel bir yer olduğunun farkına varıyoruz döndükten sonra. Kamp adeta uçurumun kenarında kurulmuş durumda ve az bir alan olduğundan çadırlar dip dibe duruyor. Tuvalete bile gitmek için çadır iplerinin üzerinden atlamak gerekiyor. Uçurumun kenarından aşağı baktığınızdaysa eğer hava açıksa yüzlerce metre aşağıdaki patikayı ve kampa gelenleri karınca misali görebiliyorsunuz. Daha da güzeli bulutlar artık ayağınızın altında ve Klimanjaro'nun buzulları da ulaşılabilir gibi görünüyor. Tarifi imkansız bu hislerle, yorgunluk, bitkinlik ve zirve tırmanışının stresi birbirine karışıyor.




Saat 5 civarı vardığımız kampta 1 saat kadar çadırda dinlendikten sonra akşam yemeğimizi yiyoruz. Bu sırada rehberimiz zirve tırmanışının gece 11'de yani sadece 5 saat sonra başlayacağını bunun için saat 10 gibi hazırlıklara başlamamız gerektiğini haber veriyor. Bu grupta ciddi bir rahatsızlığa yol açıyor. Çoğunluk, çok yorgun olduğumuzu bu kadar erken yola çıkarsak dinlenemeyip zirveyi tehlikeye atacağımızı savunuyor. Gece 1 gibi çıkmanın daha uygun olacağı konusunda grup hemfikir gibi. Rehberimizse geri adım atmıyor ve hızımızın düşük olduğunu bu saatte çıkarsak yavaş yavaş da gitsek zirve yapacağımız konusunda diretiyor. Diyecek bişey yok. 2.5 saat kadar dinlenmek üzere çadırlarımıza çekiliyoruz.  Beni uyku tutmuyor. Çok yorgunken uyuyamama durumum bir kez daha ortaya çıkıyor. Tulumun içinde dönüp dururken, gece bizi bekleyenleri de kurup duruyorum. Gece 9:30 gibi kalkıp zirve için hazırlıklara başlıyoruz. Havanın soğukluğu ve rüzgarın sertliği nedeniyle giyinebildiğimiz kadar giyiniyoruz. 3 kat alt 4-5 kat kıyafetse üstümüze giyip tam anlamıyla dolma gibi oluyoruz. Zirve çantalarımıza da biraz yiyecek, fotoğraf makinesi ve aşçılarımızın ısıttığı suları koyduğumuz termosları alıyoruz. Aslında fotoğraf makinemi alıp almamayı oldukça düşündüm yapacağı ağırlıktan dolayı. En sonunda yarım kilodan bişey olmaz deyip almaya karar verdim. Çadırdaki işlerimizi tamamladıktan sonra yemek çadırına geçip çorbalarımızı içiyoruz. Hiç canımız istemese de bişeyler yemek ve bol sıvı tüketmek zorundayız. Grupta morallerin pek iyi olduğu söylenemez. çoğunluk uyuyamamış ve yüksek irtifanın verdiği bitkinlik ve baş ağrısı devam ediyor. Bu minor denebilecek etkilerin dışında bulantı yaşayanlarımız da var. Herkesin endişesinin yüzünden okunduğu bir ortamda son hazırlıklarımızı yapıp yürüyüşe başlıyoruz.


6.Gün 16.02.2012 - Zirve Denemesi ve İniş


Zirveye doğru ilk hareket eden gruplardan biriyiz. 10 kişilik grubumuza 5 'de rehber eşlik ediyor. Önümüzde sadece bir grubun varlığını ip gibi dizilmiş kafa fenerlerinin ışığından anlıyoruz. Yavaş adımlarla yükselirken arkaya baktığımızda bizi takibeden muhtemelen yüzlerce tırmanıcı ve rehberin fenerleri karanlığın içinde mükemmel bir görüntü oluşturuyor. İlk defa bu kadar kalabalık bir ortamda tırmanıyorum. Bunda Klimanjaro'nun teknik tırmanış içermemesinin getirdiği ulaşılabilirlik en önemli neden sanırım. 2 saat kadar yavaş ama durmadan tırmandıktan sonra ilk molamızı veriyoruz. Molaların en kötü yanı rüzgarın neredeyse fırtına şiddetinde esmesinin getirdiği donma hissi. Ne kadar korunaklı yerlerde mola vermeye de çalışsak üşümenin önüne geçmemiz mümkün olmuyor. Biraz sıcak sıvı alıp bişeyler atıştırdıktan sonra devam ediyoruz. Yükselmeye devam ederken ara ara tırmanışa devam edemeyip dönenleri görüyoruz. İlk moladan sonra daha sık mola veriyoruz, hızımız da hala çok yavaş. Ancak buna kimsenin itiraz edecek durumu yok. Hele 5000 metreden itibaren her bir adımı atmak bizleri zorlamaya başladı. Buna hızı giderek artan dondurucu soğukluktaki rüzgar eklenince grupta dönmek isteyenler ortaya çıkıyor. Bu talepleri rehberimiz sert bir şekilde reddediyor ve dönmek isteyen arkadaşların çantalarını da rehberlerimiz sırtlanıp onları biraz olsun rahatlatmaya çalışıyorlar. Bu şekilde saat 5'e kadar tırmanıp 5500 metreye ulaştığımızda artık çoğunluk dönmeye kararlı. Bazı arkadaşlar kusuyor bazıları çok üşümüş ve ayakta zor durur bir haldeler. Ben de gücüm tırmanışı devam ettirebilecek kadar yerinde olsa da artık rüzgarın her dokunuşunu derimde hisseder durumdayım. temponun yavaşlığının da etkisiyle tüm vücudum gözlerime kadar örtülü olmasına rağmen kendimi ısıtamıyorum. Bu şekilde devam edersem hipotermiye girmemin kaçınılmaz olduğuna ikna ediyorum kendimi. Rehberimiz halen güneşin doğumuna 2 saat kaldığını 2 saat sonra koşulların düzeleceği konusunda bizi ikna etmeye çalışıyor. Ancak 2 saat daha devam etmenin biraz kendimizi riske atmak olacağını düşünerek günlerdir süren tırmanışımızı buruk bir şekilde sonlandırıyoruz. Bir iki kişinin döneceğim demesiyle bir anda 8'imiz birden dönüşe geçiyoruz. 2 arkadaşımız zirveyi denemeye kararlılar. Dönüş yolunun da eziyeti ayrı oluyor bu durumda. Hem moral bozukluğu hem de yorgunlukla düşüp yaralanma ihtimali ortaya çıktığından gücümüzün son damlasıyla kontrollü bir şekilde kampa doğru inmeye çalışıyoruz. 6 saatte çıktığımız yolu 1.5 saate güneşin ufukta göründüğü anlarda inip kampa ulaşıyoruz. Muhteşem bir gündoğumunun yaşandığı bu sırada ise ancak 2-3 fotoğraf çekebilecek gücü bulabiliyorum kendimde. Sonraysa tulumun içinde dinlenmeye geçiyorum.
3 saatlik dinlenmenin ardından çadırlardan çıkıp hazırlanmak üzere uyandırılıyoruz. Bizim dönüşümüzün ardından zirveye devam eden 2 arkadaşımızın da zirveye ulaşamadan döndüğünü öğreniyoruz üzüntüyle. Bu sıralarda zirve yapan gruplar yavaş yavaş ağır adımlarla kampa yeni yeni varıyorlar. Biz de kahvaltımızı edip eşyalarımızı hazırlıyoruz. Güneşli bir sabahta biraz daha fotoğraf çekip Klimanjaro'nun bu en güzel kampından ayrılıyoruz. Bu gün de yolumuz uzun. 3000 metredeki Mwake kampına inip geceyi orada geçireceğiz. Çıkış kadar yormasa da iniş de hele hele bu kadar yorgunken çok zor geçiyor. Neyseki hızla yüksek irtifa etkileri ortadan kalktığından rahat rahat nefes alabilir hale geliyoruz. 4-5 saat kadar yürüdükten sorna gün kararmadan varıyoruz Mwake kampa. Artık üzerimizde stres yok, zirve yapamamanın  hüznünü de atmaya başlıyoruz. Hepimiz dağdan zamanında dönmeyi bilmenin dağcılığın en erdemli kısmı olduğunu biliyoruz. Dağ orada ne de olsa yine gideriz. Önemli olan sağlıkla gidip sağlıkla dönebilmek.
Mwake kamp ta ilk kampımız gibi yağmur ormanının içinde yer alıyor. Bir süre sonra diğer Türk grubu da geliyor kampa. Onlardan birkaç kişi zirveyi yapmayı başarmış. En azından birkaç Türk ulaşıyor bu sene Klimanjaro'nun tepesine... Yine çay kahve eşliğinde  derin sohbetlerin ardından yarınki son yürüyüşümüz için son defa çadırlarımıza çekiliyoruz.



Klimanjaro'nun güzel bir yanı da hemen her kampında cep telefonlarının çekmesi. Tek bir dağ olduğundan kampın tamamında olmasa bile yerlilerin bildiği özel noktalardan biraz uğraşarak da olsa haberleşmek mümkün. Bu sayede hem ailemizden haber alabiliyor hem de durumumuzu bildirebiliyoruz.

7. Gün 17.02.2012 - Tekrar Moshi'ye

Klimanjaro milli parkındaki son günümüze yine erken başlıyoruz. kahvaltı faslının ardından 3 saat kadar orman içi patikadan yaptığımız yürüyüş bu sefer parkın çıkış kapısında sonlanıyor. Girişte yaptığımız işlemleri bu sefer de çıkış için tekrarlıyoruz. Son olarak gelenek haline gelmiş bahşişleri kendi aramızda toplayıp ana rehberimize veriyoruz. Bu bahşiş onlar için çok önemli. Çünkü taşıyıcılar günde sadece birkaç dolar karşılığında bu işi yapıyorlar ve son derece zor şartlar altında geçimlerini kazanıyorlar. Bir de bu işin hergün yapılamayacağı 1 haftalık çalışmanın ardından birkaç gün hatta 1 hafta dinlenmenin şart olduğu düşünülürse verdiğimiz bahşişleri son kuruşuna kadar hakettiklerine hiç şüphe yok. Rehberlerimizle burada vedalaşıyoruz ve bizi bekleyen minibüsümüzle öğle saatlerinde Moshi'ye doğru kısa yolculuğumuza başlıyoruz.
Normalde bugün öğleden sonrası için bir planımız yoktu. Ancak buraya kadar gelmişken zamanı boş geçirmek olmaz düşüncesiyle öğleden sonra da yerel köyleri ve gezilebilecek diğer yerleri gezmeye karar veriyoruz. Acentemiz de hemen bize bir öğleden sonra turunu kişi başı 15 dolardan satıyor :). Otele dönerken Moshi'de bir lokantaya uğrayıp karnımızı doyurduktan sonra otelimizde üzerimizi değiştirip bu sefer de Marangu köyü ve yakınlardaki bir şelaleyi görmek üzere yola dökülüyoruz. Marangu köyü Klimanjaro milli parkının bir diğer giriş kapısında yer alıyor. Yemyeşil ağaçlar arasında tek katlı evlerden oluşan şirin bir köy. Sanayinin hemen hiç olmadığı buralarda insanların ya dağ rehberliği ve taşıyıcılığı yaparak yada çiftçilikle geçindikleri görülüyor. Çok verimli bahçelerde muz başta olmak üzere tropik meyve ve kahve üretimi oldukça yaygın.
Akşam olmaya yakın tekrar otelimize dönüyoruz ve akşam yemeğimizi yine otelin karşısındaki restoranda  yiyoruz. Yarın artık safari günü. Klimanjaroyu ardımızda bırakıp bambaşka bir maceraya devam edeceğiz...


8. Gün 17.02.2012 - Lake Manyara milli parkı


Dağ programımız bitmiş de olsa yine erken saatlerde kahvaltı bile etmeden koyuluyoruz yola. İki gün boyunca Tanzanya'nın bakir milli parklarında safari yapıp yabn hayata tanıklık edeceğiz. 10 kişilik grubumuz biri 6 biri de 4 kişilik olmak üzere üstü açılabilen 2 jeep'e binip Lake Manyara'ya doğru yola çıkıyoruz. 2 saatlik bir yoldan sonra Tanzanya'nın büyük şehirlerinden Arusha'da kahvaltı molası veriyoruz. Burası oldukça kalabalık bir şehir. Ancak Türkiye ölçeğinde bakıldığında orta büyüklükte bir ilçe nüfusuna sahip olsa gerek. Moshi'yle karşılaştırıldığında ise hem daha güvensiz hem de daha sevimsiz duran bir şehir. Buradan biraz da alışveriş yaptıktan sonra Lake Manyara'ya doğru devam ediyoruz. Yol boyu yanından geçtiğimiz boş arazilerde ara ara birkaç evden oluşan Masai köylerine rastlıyoruz. Bu evler bildiklerimizin aksine dal parçalarıyla yapılıp çamurla sıvanan oldukça değişik yapılar. Anlatıldığına göre Bir çok Masai hala bu tarz yapılarda geleneklerine bağlı olarak yaşıyormuş. Zaten yolsa yerel kıyafetleriyle yürüyenlerine de rastlıyoruz. Dikkatimizi çekensen o evlerde yaşadıkları iddia edilse de ellerinde cep telefonlarının bulunması.
Lake Manyara'ya yarım saat kadar kala geceyi geçireceğimiz kamp alanına geliyoruz. Burası etrafı hayvanlara karşı korunaklı, içi çimenlik, restoran ve havuz da bulunan geniş bir alan. Öğle yemeği olarak dağıtılan kumanyayı yedikten sonra biraz da etraftaki süs eşyası satan yerleri geziyoruz. Burada çok sert bir ağaç olan xxx'ten yapılmış heykelcikler ve kök boyası ile yapılmış resimler dikkat çekiyor. Bu sergileri gezerken aynı zamanda heykellerin elde nasıl yapıldıklarını da izleme fırsatımız oluyor.
Çok fazla oyalanmadan Lake Manyara'ya doğru hareket ediyoruz. Henüz milli parka girmeden babunlar bizi karşılıyor. İrili ufaklı onlarca babun yolun kenarında yer almış, bizim gibi jeeplerden kafalarını çıkarmış turistleri alışmış bir edayla izliyorlar. Lake Manyara aslında etrafı tamamen çevrili olmayan ancak yaban hayvanlarının da gölden uzaklaşmamak için terketmedikleri tam bir doğal yaşam alanı. Bu güzel alanı gezerken, fil, aslan, zürafa, zebra başta olmak üzere birçok hayvanı gözlemleme şansımız oluyor. Kimi zaman filler aracımızın metrelerce yakınına kadar yaklaşıp bizi hafif tedirgin etseler de özellikle gün batımında yüzlercesi uçuşan su kuşunun yarattığı inanılmaz manzarada büyüleniyoruz. Hayatında ilk defa safari yapan bizler durmadan deklanşöre basıp  güzel kareler yakalamaya çalışıyoruz.



Havanın kararmasıyla beraber bu güzel yerden kamp alanımıza doğru hareket ediyoruz. Akşam yemeğimizi takiben yine gecenin ilerleyen saatlerine kadar Tanzanya yazının ılık havasının tadını çıkarıyoruz.


9.gün 18.02.2012 - Ngorongoro


Safarimizin son gününde istikametimiz Ngorongoro milli parkı. Dünyaca ünlü bu milli park adını 26 kilometre genişliğinde ve 700 metre derinliğinde tava şeklindeki kraterden alıyor. Oldukça geniş bir alan kaplayan Ngorongoro'ya girdikten sonra henüz kratere ulaşmadan turistik amaçlarla yaşatıldığını düşündüğümüz bir Masai köyüne uğruyoruz. Kişi başı 10$ kadar bir ücret ödedikten sonra Masailer bizim için hoşgeldiniz danslarını ve dini ritüellerini yapıyorlar. 100 kadar Masainin bulunduğunu tahmin ettiğim bu köyde yirmi kadar masai evi yer alıyor. Dansların bitmesinin ardından evlerin içini de geziyoruz. Ortada ateşin yandığı ve sadece duman çıkmasına yarayan ufacık bir delikten gelen ışıkla aydınlanan bu evlerde tüm aile birarada yaşıyor. Her ne kadar bize tüm hayatlarını burada geçirdikleri söylense de sanki bizdeki yaylalar misali yılın belli bir bölümünü burada geçirdikleri onun dışında geçimlerini sağlamak üzere bu düzeni devam ettirdikleri izlenimine kapılıyoruz. Yine de yakın zamana kadar böyle yaşadıklarından kuşku duymadığımız bu insanlar modern dünyadan çok uzakta ve çok farklı koşullarda yaşamlarını devam ettiriyorlar.





Masai köyünden ayrıldıktan kısa bir süre sonra Ngorongoro kraterinin kenarına geliyoruz. Gelmeden önce her ne kadar fotoğraflarını görmüş de olsak onlarca kilometre çapında devasa bir tavayı andıran bu yeryüzü şekli bizi çok etkiliyor. Kısa bir mola verip seyrettikten sonra kraterin dibine doğru jeep'lerimizle ilerlemeye başlıyoruz. Günün en heyecan verici olayı da bu sırada yaşanıyor. Yolun kenarındaki ağaçlık alandan üzerimize doğru koşarak gelen fil biz daha ne olup bittiğini anlayamadan aracımızı birkaç metreyle sıyırıyor. Çapması durumunda rahatlıkla aracı devirebilecek fil neyseki olumsuz bir duruma yol açmıyor ve bizi tehdit etmeden yoluna devam ediyor. Bu ilk şoku atlattıktan sonra kraterin dibine doğru inmeye devam ediyoruz. Ngorongoro milli parkı da yine hayvanlar için çok uygun yaşam koşulları sunuyor. Hatta öyleki yarattığı mikroklima özelliğiyle başka birçok milli parkta yaşayan hayvanlar mevsimsel olarak göç etmek zorunda kalırlarken burada yaşayanlar yılın her ayını aynı ortamda yaşayarak geçiriyorlar. Burada da antilop, aslan, su aygırı, sırtlan, zebra, yaban domuzu başta olmak üzere birçok hayvanı gözlemliyoruz. Hatta muhtemelen bir sırtlan saldırısı sonucu yaralanmış bir zebra'nın bir süre sonra düşüp sonunu beklediğine şahit oluyoruz. Ara ara bu alanda korkusuzca gezip sürülerini otlatan Masai'lere de rastlıyoruz. Bizimse jeepimizden inmemiz kesinlikle yasak. Aracımızda olduğumuz sürece en yırtıcı hayvanlar bile bizi tehdit olarak algılamıyor ve yanımıza kadar uysal uysal yaklaşıyorlar. 4-5 saat kadar burada kaldıktan sonra tekrar Moshi'deki otelimize dönmek üzere yola çıkıyoruz.





Artık gezinin dağ ve safari kısmı sona erdi. Deniz kısmı ise yarın başlayacak. Bu gece deniz kısmı için Türkiyeden yola çıkacak eşim'le yarın Dar Es Selaam'da sorunsuz bir şekilde buluşmayı umuyorum. Yaptığım ayarlamalarla güvenilir biri eşimi havaalanında karşılayıp bizim varacağımız öğlen saatlerine kadar kalabileceği düzgün bir otele götürecek. Yorucu günün ardından vardığımız Moshi'de yine aynı restoranda yemeklerimizi yiyip sabah erken saatte kalkacak otobüsümüze kadar dinlenmek üzere odalarımıza çekiliyoruz. Gece saat 3 civarı eşimin telefonuyla uyanıyorum. Karşılamaya kimsenin gelmediğini halen havaalanında olduğunu anlatıyor telaşla. Dar Es Selaam havaalanı da çok küçük ve kapalı alanda oturulabilecek 1-2 bank dışında hiçbir şey yeralmıyor. Gecenin o saatinde hizmet veren birkaç restoran da kapalı haliyle. Böyle bir durumda ben de hemen bana karşılayacağına sözveren ve oteli ayarlayan arkadaşı arıyorum. Telefonu kapalı. Son çare acente sahibine ulaşıyorum. Neyseki hemen peşinden eşim arayıp ilgili kişinin geldiğini ancak geç kalmış olduğunu söylüyor. Eşimin sorunsuz bir şekilde oteline de ulaşmasıyla Zanzibar tatilimize başlamaya hazırız.


10. gün 19.02.2012 - Zanzibara yolculuk


Sabah 5:30 civarı uyanıp eşyalarımızı araçlara yüklüyoruz ve bizi Dar Es Selaam'a götürecek otobüsümüze binmek üzere otogara kadar yürüyoruz. Otogarda müthiş bir karmaşa hakim. Bineceğimiz otobüsün dolu olduğunu öğreniyoruz. Zaten biz durumu anlayamadan gözlerimizin önünde kalkıp gidiyor. Telefonla ulaştığımız acente sahibi bizi bir şekilde son derece kötü bir otobüse yerleştiriyor. bir sırada 5 koltuğun yer aldığı bu otobüs tıklım tıklım. Tabii ki kliması yok ve 3lü koltuğun ortasında olan ben kılımı kıpırdatamadan 8 saat ter içinde yolculuk etmek zorunda kalıyorum. Bu sıralarda eşim de deniz otobüsü iskelesinde beni beklediği için yaşadığım stres de cabası. İşin bir diğer boyutu da 16:00'daki son deniz otobüsünü yakalayıp yakalayamayacağımız da meçhul. Acente sahibinin bize attığı bu son kazığa küfrederek tamamlıyoruz yolculuğu. Neyseki eşimle sorunsuz buluşuyoruz ve gün boyu çektiğimiz sıkıntılar geride kalıyor. Dar Es Selaam'dan Zanzibara 3 saat süren yol boyunca Hint Okyanusunun keyfini çıkarıyoruz. Deniz otobüsümüzün Zanzibarın merkezi Stone Town'a ulaşmasıyla tekrar vize kuyruğuna giriyoruz. Eşimin Sarı Humma aşısı olmadığı için kapıda zorluk çıkarmaları muhtemel. Neyseki beklediğimiz gibi olmuyor ve parasını ödeyip vizelerimizi alıyoruz. Havanın kararmaya döndüğü bu saatlerde 4 gün boyunca Stone Town'da kalacak olan grubumuzla vedalaşıp Nungwi'deki otelimizden bizi karşılamaya gelen araçla birlikte otelimize doğru yola çıkıyoruz. yaklaşık 1 saatlik yolculuk sonrası otelimize varıp akşam yemeğimizi yiyoruz. Otellerin kalitesi ve denizlerinin durumundan emin olamadığımız için 2 gece bir otelde 2 gece de başka bir otelde kalacağız. İlk otelimiz genel olarak beklentilerimizi fazlasıyla karşılıyor. Gayet temiz ve odamız da denize bakıyor. Bu günü de Hint Okyanusunun bu cennet adasında tamamlıyoruz...


11-13. günler 20-22.02.2012 Cennetten bir köşe


Zanzibar Afrika kıtasının doğu kıyısında yer alan bir ada. Dış işlerinde Tanzanya'ya bağlı ancak içişlerinde özerk bir yapısı var. Verimli topraklarında bol bol baharat ve meyve üretimi yapılıyor. Bunun dışındaki tek geçim kaynakları ise turizm. Her ne kadar Maldivler yada Bora Bora takım adaları kadar ismi duyulmamış da olsa denizinin oralardan aşağı kalır bir yanı yok. Turkuaz mavisi denize uzanan kumsallar ve palmiyelerle her yer kartpostaldan çıkmış gibi. Hele hele kar altındaki ülkemizden gidip sıcaklığın 30 derece civarında olduğu bu adada denize girmek büyük bir keyif. Türkiyeden alışık olmadığımız bir başka durum da yaşanan gelgitler.  Günde 2 defa deniz metrelerce alçalıp yükseliyor. Buna bağlı olarak da denizin sığ yada derin olmasına bağlı olarak kıyıdan az yada çok uzaklaşıp yaklaşıyoruz. İlk kaldığımız otelde deniz çok sığ olduğundan deniz çekildiğinde kıyı 3 kilometre uzağımızda kalıyor. İkinci otelimizde ise deniz hızla derinleştiğinden kıyı mesafesi sadece 10 metre kadar değişiyor. İlk gün gün boyu yüzüp dinleniyoruz. Palmiye ağaçlarına kurulmuş hamaklarda uzanmak  geçen hafta 100 km'den fazla yol yürümüş vücuduma çok iyi geliyor. Otelimizde çalışanların tamamı yerli. Ancak anlaşmada herhangi bir sorun çekmiyoruz. Zanzibar Müslüman bir ülke olduğu için yemeklerini de domuz eti kaygısı olmadan yiyebiliyoruz. Yemek kısmının en güzel yanı yine meyveler. Ülkemizde son yıllarda bulunmaya başlasa da birçok tropik meyve burada daha önce yemediğimiz kadar lezzetli ve bol.
İkinci gün bir tura katılıp yakınlardaki bir adada şnorkelle dalış yapacağız. Sabah erken saatlerde ufak, ahşap bir tekneyle denize açılıyoruz. 10 kişi kadarız bu gezide. 2 de kaptanımız var. Yavaş bir seyirle 1 saat kadar uzaklıktaki Nmemba adasına varıyoruz. Bu ada özel mülk olduğu için üzerine çıkamayacağız. Ancak Mercanlar, ve her biri akvaryumdan çıkmış gibi binbir renkli balıklar adanın üzerinde olmadığı için sorun yok :). Hemen kendimizi masmavi ve son derece berrak sulara bırakıyoruz. Balıklar ara ara vücudumuza dokunuyor adeta. İrili ufaklı ama her renkten balıklarla yüzmek hayatımda ilk defa deneyimlediğimiz bişey. Aynı şekilde türlü türlü mercanla da ilk defa bugün karşılaşıyoruz. Öğle yemeğimizi de teknede yiyoruz. Menü bekleneceği üzere balık ve tropik meyvelerden oluşuyor tabii bir de salata ve makarna. O gün yüzmeye kendimizi o derece kaptırmışız ki güneşte fazla kalmaktan dönüşte her yanımız acımaya başlıyor. Dönüş yolunda kaptanımız yelken basıp motoru susturarak yolculuğu daha da keyifli hale getiriyor. Deniz dönüşü eşyalarımızı alıp daha Türkiyeden anlaştığımız Tanzanyalı bir arkadaşın arabasıyla diğer otelimize geçiyoruz. İkinci otelimiz Ora Resort My Blue. Bu otel ilk otelimizden daha güzel. Sadece daha kalabalık. 2 gece de burada kalıp bol bol yüzüyoruz, dinleniyoruz,  dart oynuyoruz gece de Hint Okyanusunda mehtabı izliyoruz. Masai'ler bu otelde de karşımıza çıkıyor. Güvenlik görevlisi olarak etrafta geleneksel kıyafetleriye dolaşan bu insanlar bir yandan otantik bir hava katsa da bir yandan da kendi ülkelerinde kapitalist sistemin işçileri hale gelmeleri, kurulan düzeni ve bizim de bu kurulan düzene alet olmamızı sorgulamamıza neden oluyor.




14. gün 24.02.2012 - Zanzibar ve Tanzanya'ya veda


Kışın ortasında yaptığımız 2 haftalık kaçamak artık bugün sona eriyor. Sabah erken kalkıp son birkez Hint Okyanusunun tadını çıkardıktan sonra bizi bekleyen aracımızla baharat turuna çıkıyoruz. Gittiğimiz baharat bahçesinde Vanilya, Tarçın, Zencefil, Kırmızı Biber, Beyaz Biber gibi birçok baharatın yanısıra Ananas, Papaya, Hindistan Cevizi gibi birçok meyvenin nasıl yetiştirildiğini görüyoruz. Turumuzun sonunda ikram edilen meyvelerin tadına bakıp satış reyonundan da taze taze baharatlarımızı almayı ihmal etmiyoruz.
Baharat turumuzun sonunda Stone Town'a gidip hediyelik eşyacıları geziyoruz. Sıkı pazarlıklar sonucu hediyelerimizi de aldıktan sonra feribot saatine kadar sahildeki restoranda yemek yiyip hızlıca şehri dolaşıyoruz. Son derece tembel bir havası var bu şehrin. Müşteri bekleyen taksiciler bile sanki onların bizi biryere götürmelerini isteyeceğimizden korkarcasına bakıyorlar oturup pineklemekten gayet memnun şekilde.
Kısa şehir turunun sonunda bizi Dar Es Selaam'a götürecek feribotumuzun saati de geliyor. Bu sefer güverteyi tercih ediyoruz oturmak için başımıza geleceklerden habersiz. Yolculuğumuz gayet sakin de başlıyor aslında. Zanzibarı yavaş yavaş arkamızda bırakıp açılıyoruz. Açıldıkça dalgaların da boyu büyümeye başlıyor yalnız. Önceleri gayet eğlenceli bir şekilde sallanıyor feribotumuz dalgaları aştıkça. Çok geçmedense feribotun boyundan daha yüksek dalgaların üzerinden aşmaya başlıyoruz. Her bir dalganın üzerinden geçtikçe bir sonrakine kafa üstü giriyoruz. Bu sıralarda 2 sene kadar önce bu feribotun bir benzerinin bu sularda battığı ve yüzlerce kişinin öldüğü de aklımızdan çıkmıyor elbette. İçimizi ferahlatansa yerlilerin durumun gayet keyfini çıkaran halleri. Demekki bu kadar dalgalar normal diyerek biz de eğlenmeye çalışıyoruz. Neyse ki sorunsuz bir şekilde varıyoruz Dar Es Selaam'a. Yine bizi bekleyen aracımıza binerek önce  bir markete oradan da havaalanına geçiyoruz. Gece 3:45'te kalkacak uçağımıza kadar açık havada dinlenmeye çalışarak vakit geçiriyoruz.  Ve son bir yolculukla bu rüyayı 15. günün sabahında tamamlıyoruz.


Afrika bambaşka bir kıta. Bulunduğunuz her an bunu size hissettiriyor. Avrupa'da her gün birbirinin aynısıyken, her şehir birbirine benzerken, Afrika ise sürprizlerle dolu. İnsanları sıcacık. Ne derseniz gayet rahat "Hakuna Matata" (Sıkıntı yok) cevabıyla sizi de kendi tasasız dünyalarına götürüyorlar. Tekrar gideceğimizi umarak bu topraklara, Klimanjaro'ya, Ngorongora'ya, Lake Manyara'ya, Zanzibar'a, Moshi'ye veda ediyoruz.

w w w . g i r a y k o m u r c u . n e t

Bu sitede yer alan materyallerin tüm hakları Giray Kömürcü'ye aittir. İzinsiz kullanılamaz.